Benlik Kavramına Farklı Bir Bakış
Freud benliği(egoyu) alt benliğin (id’in) sınır bilmez dürtüleri ile üst benliğin (süper egonun) buyurgan talepleri arasında bir arabulucu olarak görse de, Erikson, benliğin birden fazla yapıcı işlevi olduğuna inanıyordu. Erikson’a göre benliğin ilk görevi, özgün özellikleri haiz olan bireysellikle birlikte, geçmişi ve geleceği aynı potada eritip bir süreklilik duygusunu içinde barındıran ‘’kimliği’’ oluşturmak ve bunu korumaktır. Aynı zamanda, kişiyi kimlik bunalımından korumanın da benliğin bir görevi olduğunu ileri sürmüştür.
Erikson’a göre kimlik bunalımı nedir?
Erikson, kimlik bunalımını güçlü bir kimlik algımız ve duygumuz olmadığı zaman, ben kimim, değerlerim ne, yaşamım nereye gidiyor, ne yapıyorum, şimdiye kadar yaşadıklarımın anlamı neydi gibi sorulara karşı yaşadığımız belirsizlik, çaresizlik ve kafa karışıklığı olarak betimliyor. Bu durumla genellikle ergenlikte karşılaşıldığı düşünülse de birçok yetişkin ve ileri yetişkin insan da buna benzer süreçlerden geçebiliyor.
Yaşam Döngüsü İçinde Kişilik Gelişimi
Freud’un kişilik gelişimi kuramına göre, yetişkinlikte göstereceğimiz özelliklerle altı yaş civarında tamamlanmış olsa da Erikson böyle düşünmez ve kişilik gelişiminin hayat boyu süreceğini vurgular. Durumu şöyle bir metaforla anlatır: Tüm bir yaşamı bebeklikten yaşlılığa kadar yürüdüğümüz bir yol olarak ele alır. Bu yol sekiz önemli noktada çatallanır. Bu çatallanmalar, kişilik gelişiminde önemli yol ayrımları olarak nitelenir ve bu dönemleri bunalım olarak adlandırır. Bu yol ayrımlarında seçeceğimiz iki yoldan biri gelişimimize ve uyumlanmamıza hizmet ederken diğer yol çok da sağlıklı değildir.
1) Temel Güvene Karşı Güvensizlik: Yaşamın ilk bir veya iki yılını kapsayan bu dönemde bebekler tamamen çevrelerine bağımlıdır.Bu dönemde yeteri kadar ilgi ve sevgi görmüş, ihtiyaçları karşılanmış bebekler için dünya güvenilir bir yerdir, ben sevilen ve iyi bir nesneyim, insanlar sevilesi varlıklardır algısı oluşur. Ancak bu durumun tam zıttını yaşayan bebekler için durum böyle değildir. Bu bebekler için dünya güvensiz bir yer, kendileri de değersiz varlıklardır ve yaşama yabancılaşıp içe kapanma ile karakterize bir sürecin başlangıcının temeli atılmış olacaktır.
2) Özerliğe Karşı Utanma ve Şüphecilik: İki yılın sonunda çocuklar dünyadan ayrı bir varlık olduklarını kanıksarlar ve bunu deneyimlemek isterler. Dünya onları denetleyen bir yer midir, yoksa kendileri farklı bir varlık ve dünya da rahatça keşfedebilecekleri ve kontrol edecekleri bir yer midir? Bu süreçte özerkliğini elde etmiş çocuklar, başa çıkılması zor dünyada kendi yollarını bulacağına olan inancını geliştirebilmiştir. Ancak muhtelif nedenlerle engellenmiş çocuklar, bu dönemi utanç ve şüphe ile donanmış bir vaziyette tamamlarlar, kendilerinden asla emin olamayıp, başkalarının onayına muhtaç yetişkin olarak yaşama atılırlar.
3) Girişkenliğe Karşı Suçluluk Duygusu: Çocuklar diğer çocukların da bulunduğu oyun ortamında, sosyalleşmeyi ve sosyal beceriler kazanmayı öğrenirler. Bu dönemi sağlıklı atlatmış çocuklarda girişkenlik duygusu pekişir. Ancak bu dönemi sağlıklı atlatamamış çocuklar, uyumlanamamış olduğunu düşünüp suçluluk ve geri çekilme yaşayacaklardır.
4) Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu: İlkokul yıllarından önce çok az şeyi başaramayacağına inanan çocuklar, okul dönemiyle birlikte rekabet duygusunun içine düşmüştür. Ve derslerinde gösterdikleri başarılar, öğretmenin ilgisi, diğer arkadaşları arasında popülerliği gibi durumlarda başarıları arttıkça yeterlilik duyguları gelişir. Ancak bu dönemin negatifliklerle yüklü geçmesi, yetersizlik duygusunu pekiştirip aşağılık duygusu yaşamasına yol açacaktır.
5) Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası: Yaşamın kendi tarihsel gelişim sürecinde belki de en zor olarak nitelendirilen kısmı ergenlik yıllarıdır. Bu dönemde, arkadaşlarla oynanan oyunlardaki problemleri çözmekten daha büyük bir soru çıkar karşımıza; ‘Ben kimim?’. Bu süreç sağlıklı atlatıldığı taktirde, kendini takdir ve taltif eden bir kimlik duygusu gelişir. Ancak bu dönem pek çok birey için oldukça zordur ve kimliği bulmaktan çok rol karmaşasına evrilen ağdalı bir sürece sürükler.
6) Yakınlık Kurmaya Karşı Soyutlanma: Erken yetişkinlik dönemine denk gelen bu süreçte, genç bireyler yakınlık kurabilecekleri duygusal bir ilişki arayışına girerler. Bu dönemi sağlıklı atlatamayan bireyler duygusal soyutlanma yoluna giderler. Belki de birçok kişiyle yüzeysel ilişkiler kurarlar ya da bağlanmaktan kaçarlar.
7) Üretkenliğe Karşı Durgunluk: Bireyler, genç yetişkin ve orta yetişkin oldukları süreçlerde, bir sonraki nesil üzerinde aktif rol almak isterler. Bu genellikle kendi çocukları olur. Kendi çocukları olmayan bireyler de yeğenleriyle ilgilidir. Böylesi bir üretkenlik duygusuna giremeyen bireyler, yaşamdaki amaçlarını ve varoluşlarını sorgulayarak bir durgunluk evresi ile karşı karşıya gelebilirler.
8) Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk: Yaşamın ileri yetişkinlik (yaşlılık) dönemine denk gelen bu evrede, geçmiş yaşantılarını düşünüp memnuniyetle anan bireylerde bir bütünlük duygusu oluşacaktır. Ancak, daha farklı bir hayat yaşamış olmayı dileyenler, yaşadığı hayatı memnuniyetle değil negatif duygularla anan yaşlılarda bir umutsuzluk oluşacaktır. Bu tip yaşlı bireyleri çevremizde, her şeye memnuniyetsizlikle yaklaşıp tiksinti ve nefretle baktıklarında fark edebiliriz. Büyük üzüntülerinin katlanılması zor bir bunalım olduğunu anlamak da, davranışlarından anlaşılacaktır.
Psikolog Tuğba Odabaşı